Melâmîliğin yayılmasında, ilk defa Nişabur'da hicrî III. asrın başlarında Ebu Salih Hamdun b. Ahmet b. Ammâr el-Kassâr, büyük rol oynamıştır. Melamilik, Hamdun Kassar'dan önce varsa da, bir tarikat haline onun zamanında gelmiştir.
Melamilikte Muhyiddin İbnü-l Arabi'nin "Vahdet-i vücud" görüşünün derin etkisi vardır. Melâmîler kaçınılması mümkün olmayan cemaatle namaz dışındaki ibadetlerini ve Allah'a yakınlıkla ilgili hallerini halktan gizlerler. Bunları açığa çıkarırlarsa kendilerini kınarlar. Gerçek durumlarını sezdirmemek için halk içinde sıradan bir insan gibi giyinip kendilerini belli etmeden yaşamaya çalışırlar. Görünüş ve gösterişe değer vermezler. İnsanlara yalnız kötü taraflarını gösterip iyiliklerini gizlemede çok ileri gittiklerinden, çevresindekiler onları kusurlu kimseler sanarak ayıplar ve kınarlar. En hoşlanmadıkları şey, kibir ve gösteriştir. Bu kötü huylardan korunmak MELAMLİK : --- Melamilik (Melamatiyye) (ملامتيه). Tarihte bir tarikat kimliği görünümünden ziyade bir bakış açısı ve üslup olarak öne çıkan tasavvufi bir yaklaşım tarzıdır.
Tarikat üyelerinin çoğunluğunu zanaat sahibi insanlar oluşturmaktadır. Özellikle dokumacıların 17. yüzyılda İstanbul'daki peştemalcılar çarşısında konumlandıkları söylenir. Birçok kaynağa göre bu tarikat törenleri sırasında çok büyük bir gizlilik uygular. Özellikle dokumacı olmalarıyla ilgili olarak dokudukları her sıra tel için Allah'ın adını zikrederler. Böylece çalışmanın ibadet olmasıyla ilgili bir ritüel gerçekleşir.
TARİHÇESİ : --- Melamilik Abdülbâki Gölpınarlı'nın ünlü monografisi "Melamilik ve Melamiler"deki tasnifiyle üç devreye ayrılabilir. İlk devre melamiliği "Melâmetiye" unvanı ile bilinmektedir ve önemli tasavvuf tarihleri olan Risale-i Kuşeyri ve Keşf'ül Mahcub adlı eserlerde melamiliğin kurucusu Nişaburlu "Ebu Sâlih Hamdûn ibni Ahmed ibni Ammârül Kassâr" olarak gösterilmiştir. Ancak Gölpınarlı'nın da işaret ettiği gibi bazı deliller Melâmetilik Hamdûn Kassâr'dan da önce var olduğu ve diğer tarikatların da kabul ve medh ettiği bir hal olması çok daha muhtemeldir. Kassâr sadece döneminde Melâmiliği yaymış ve Nişabur Melâmilerinin temsilcisi olmuştur.
Molla Câmî'nin Nefahat'ül Üns adlı meşhur biyografik eserinde Kassâr'ın şöhretinin Irak'a kadar gittiği ve Sehl Tusteri ve Cüneyd-i Bağdadi gibi önemli sûfîlerin Kassâr'ı övdüklerini hatta "Eğer Ahmedi mürselden sonra peygamber gelecek olsaydı onlardan (Melâmetîlerden) olurdu" dedikleri kaydedilmektedir.
ÖĞRETİLERİ : --- Melâmilik hakkındaki en önemli eserlerden biri Ebu Abdurrahman Muhammed İbn Huseynis Sülemi'nin "Risâletül Melâmetiye"sidir. Sülemi risalesinde İlim ve Hal ehli kişileri üç kısma ayırır ve ilk gruba dini kaynakların görünen ilk anlamından hüküm çıkaran Fakihleri, ikinci kısma ilm-i ilahi ile ilgilenip dünya sebepleri ile ilişkilerini kesen marifet ehli ve üçüncü kısma da iç dünyalarında tümüyle Hak ile birleşen "Melâmetiye"dir. Melamiler tasavvufun kazandırabileceği gizemli güçlerine (keramet) önem vermemekte, vahdet hali dışında herhangi bir şeyden zevk almayı ve herhangi bir beşeri durumun velev ki bu sûfiyane de olsa hatta ibadet dahi olsa bu zevkin önüne geçmesine engel olmayı istemektedirler. Ancak bununla melamilerin ibadetlerini terkettiklerini düşünmek doğru değildir kaldı ki kaynaklarda bu yönde bir ibareye de rastlanılmamaktadır, aksine melamiler ibadeti gerçekleştirmekle birlikte onun bir amaç olmadığını kabul etmektedirler.
Melamilerin kendilerine özgü bir kıyafetleri olmadığı gibi rehberlerinin de vaazları olmamaktadır. Ebu Abdurrahman risalesinde melamiliğin 45 ilkesinden bahsetmekte ve bunların özeti olarak Melamiliğin zahiren ibadetle gururu şirk batınen de hal ile gururu irtidat (dinden çıkma) ile eş görmüş olduğunu ifade etmektedir. Melamilerin gizliliklerinin en önemli dayanağı da bu ilkeleridir.
* Melamiler yalnız kendi egolarının (nefis) hatalarıyla meşgül olurlar başkalarınnı noksanlıklarına dikkat bile etmez hatta çevresine zarar verenlerin dışındakileri bile dua etmeyi hoş görmezler.
* Melami hiçbir zaman başkasından yardım istemez ve kimseye ihtiyacını söylemez. Çünkü kula isteğini bildirmek muhtaçtan yardım istemektir.
* Cemaatle kılınan vakit namazlarının dışında hiçbir ibadetlerini açıktan yapmamak.
GİZLİLİKLERİ : --- Melâmiliğin ve farklı tarikatlar altında da olsa melami yaklaşıma sahip sûfilerin en önemli vasıfları dönemlerindeki sûfi kıyafet ve tavırlarını göstermeyip kendilerini halktan gizlemeleri hatta bu gizliliği daha da güçlendirmek için kimi zaman aleyhlerinde kötü sözlere yol açacak çeşitli davranışları alenen göstermeleri buna karşılık iyi niteliklerini sıkı bir şekilde gizlemeleridir. Unutulmaması gerekir ki modern dönemden önce sûfiler toplumda saygın bir yere sahip kişiler kabul edilir ve sûfi görünüm ve tavırlı kişilere halk ve yönetimin ileri gelenleri hürmet gösterirlerdi. İşte bu koşullar altında Melamiler kendileriyle Allah arasındaki ihlası (samimiyet) kaybetmemek ve şöhret gibi tasavvuf yolundaki sâlikin (Tasavvuf literatüründe manevi yolda olan demektir) önüne çıkabilecek bir engeli bertaraf etmek için kılık, kıyafet ve hatta belirli bir toplantı mekanı (dergah, tekke) ve topluluğu gibi dönemin tarikatlarının alametlerini göstermemeye çalışmışlar, halk içerisinde kendilerini gizlemiş, hallerini sadece kendileri gibi olanlarla paylaşmışlardır.
Melamilerin gizliliklerinin diğer ve belki öncekinden çok daha önemli bir sebebi de melamilerin vahdet-i vücud inanışını benimsemeleri ve vahdet-i vücudun hem anlaşılması güç metafiziği hem de İslam Hukukçularının (Fakih denir) bir kesimi tarafından dindışılıkla itham edilmesi ve dolayısıyla da bu iddiada bulunan kişilerin idamına hüküm verilmesidir. Ünlü sufi Hallac-ı Mansur, Bayrami-Melami şeyhlerinden İsmail Maşuki, Bosnalı Hamza Bali, Sütçü Beşir Ağa gibi kişilerin Vahdet-i Vücudu çağrıştıran ifadelerinin de dönemin yöneticileri ve ulema kesimi tarafından tepki görüp ölüm fetvasıyla cezalandırılmasının, Bünyamin Ayaşî, Hüsameddin Ankaravî gibi şeyhlerin hapse atılmasının sebebi de budur. Ulema ve yönetici kesimin bu tutumları vahdet-i vücut inanışında olan sufilerin (bu inanışı paylaşmayan sufiler de vardır çünkü) kendilerini çevrelerinden gizlemelerine yol açmıştır. Örneğin İdris Muhtefî bir bayrami-melami şeyhi olmasına rağmen Terzi Ali Efendi adı altında kendini gizleyerek kırk altı yıl şeyhlik yapmıştır, Melamilikte bir kuraldır. Özel giysileri ve tekkeleri yoktur. Melamiler kimseye dertlerini açmazlar
MELAMİYYE
"Melamilik" bizce en önemli tarikatlardan biridir. Melamet, levm (kınamak, azarlamak) kökünden gelir. 884 yılında ölen Hamdun Kassar tarafından kurulmuştur. Eğer şekli ortadan kaldıran bir tarikat adı istenirse, bu ancak Melamilik olabilir.
Çünkü Melamilere göre; şekille, âdap-erkânla, zikir meclisleri, özel kıyafet ve ayinlerle HAKK'a ulaşmak mümkün değildir. Vuslat ancak HAKK'a gönülden bağlanmakla, cemiyet içinde sade bir vatandaş olarak yaşayıp halka hizmetle mümkün olur. İşte bu yüzdendir ki, 'Melamilerin tarikat erkanını anlatan kitap bulmak mümkün değildir' desek yalan olmaz. Bir tek Sülemi'nin "Melametiye Risalesi" kayda değer bir eserdir, 970'lerde yazılmıştır.
Melami'nin tekkesi, zaviyesi yoktur. Sarığı, külahı yoktur. İnsanı başkalarından farklı ve üstün gösterecek her şey riyadır. Bunun için Melamiler kendilerini ayıplanacak konumlara sokmaktan kaçınmazlar. Öğülmek yerine sövülmek onlarca daha makbuldür. Melami için ALLAH her an ve her yer de mevcuttur. O yüzden Melami beş vakit cami namazı ile yetinmez. O her an ibadettedir ama karşısındaki bunu fark etmez. Mesela bir dokumacı Melami, elindeki mekiği sağdan sola, soldan sağa atarken "ALLAH, ALLAH" diyerek yapar zikrini. Camiye gidip 33'lük tespihi çekerek değil.
Muhiddin-i Arabi'ye göre Melamilik tarikat makamlarının sonuncusudur yani tarikatların en üstünüdür. Ondan sonra bir tek makam vardır: "Peygamberlik Makamı"!
Bu kendine has ve herkesin kolaylıkla idrak edemeyeceği tarikat, 950'lerde Horasan'da Nişabur kentinde ortaya çıkmış, oradan yayılmıştır. Elbette ki Ömer Hayyam, Hafez ve Ahmed Yesevi'nin Melami mizaçlı olduklarını söylemek yanlış olmaz. Melamilik Horasan Erleri vasıtasıyla felsefesini Anadolu'ya taşımış ve Bektaşiliği etkilemiştir.
Melamilik iki kavramın, Fütüvvet ve Ahilik kavramlarının anlam kazanmasına ve yine Horasan Erleri vasıtasıyla Anadolu'ya taşınmasına aracılık etmiştir. Fütüvvet, "yiğitlik" demektir. Ama aslında bütün iyi huyların toplamıdır. En önemlileri ise, civanmertlik, cömertlik ve cesarettir. İnsanı insan yapan, başkalarından farklı görevler yürütmesini sağlayan bu özellikleridir. Fütüvvet, taa Hasan Basri'ye dayanır. Fütüvvet ehli, sözleri ile değil amelleri ile tanınır. Fütüvvet'in esası, kendini tek faziletli kişi diye bilmemektir. Kendini kul, yani daima başkasının, toplumun emrinde ve hizmetinde bilmektir. Fütüvvet, putu kırmaktır!.. Her insanın putu da kendi nefsidir. Her kim kendi heva ve hevesini yenerse gerçek Fütüvvet ehli olur.
Fütüvvet, Japonya'daki Samuraylar gibi toplum içindeki bir zümrenin bir başkasına üstünlüğü değil, tam tersine bir zümrenin bütün diğerlerinin hizmetinde olmasıdır. Cüneyd-i Bağdadi, "Fütüvvet Şam'dadır, din Irak'tadır, hakikat Horasan'dadır," demiştir ama bu Arap usulü Fütüvvet idi. Aslında hilafet ve şekilci dindarlık Irak'ta, gerçek insanlık ve hakikat Horasan'da idi.
Ahilik, kardeşlik (eski Türkçe'de akı) demektir. Fütüvvetin Anadolu'ya intikalinden sonra aldığı addır. XI. Asırdan itibaren göç etmekte olan Türkler, sıkıntılarını bu kardeşlik anlayışı ile atlatmışlar, ahlak ve ülkü birliğini yine bu Ahilik ile sağlamışlardır. Ahilik anlayışının yerleşmediği yerlerde Türkmen isyanları çıkmıştır. Aslında XIII. Asırda Anadolu'nun hemen her yerinde ahi zaviyeleri olduğunu, kendisinin de buralarda misafir edildiğini İbn-i Batuta detaylı şekilde anlatır. Ahi Evran ile Hacı Bektaş'ın birbirine çok yakın yerlerde konaklamış olmaları da ayrı bir tetkik konusudur.
Ahilik zamanla, özellikle devlet idaresinin zayıfladığı istilalar döneminde bir meslek teşkilatına dönüşmüş, varlığını bu kez esnaf arasında sürdürmüştür. Ahilik bundan 800 yıl önce şimdiki meslek odalarından, barolardan çok daha başarılı bir teşkilat idi. Ahlâksız kişi, hangi mesleğe mensup olursa olsun cezalandırılır, halkın dürüst esnafla iş yapması sağlanırdı .
İşte Melâmet-Fütüvvet-Ahilik esasları, Bektaşiliğin inanç manzumesini teşkil etmiştir. EDEB anlayışı, mertlik kavramı gibi o dönemin bütün Türklerinin meziyetleri Bektaşiliğin prensipleri olup çıkmıştır. Bu da, işin aslında, Sünnilik-Alevilik farkı olmadığının bir başka delilidir.
Ahi teşkilatı sadece "sonradan denetim" ile değil, daha öncesinden "eğitim" ile de ilgilenirdi... Yani Türkiye'nin bugün bile sorunu olan meslek eğitimi, Ahilik içinde çözülmüştü. Kişiler çıraklıktan başlar, ustalığa kadar ahilik ile pişerdi.
Tarikat üyelerinin çoğunluğunu zanaat sahibi insanlar oluşturmaktadır. Özellikle dokumacıların 17. yüzyılda İstanbul'daki peştemalcılar çarşısında konumlandıkları söylenir. Birçok kaynağa göre bu tarikat törenleri sırasında çok büyük bir gizlilik uygular. Özellikle dokumacı olmalarıyla ilgili olarak dokudukları her sıra tel için Allah'ın adını zikrederler. Böylece çalışmanın ibadet olmasıyla ilgili bir ritüel gerçekleşir.
TARİHÇESİ : --- Melamilik Abdülbâki Gölpınarlı'nın ünlü monografisi "Melamilik ve Melamiler"deki tasnifiyle üç devreye ayrılabilir. İlk devre melamiliği "Melâmetiye" unvanı ile bilinmektedir ve önemli tasavvuf tarihleri olan Risale-i Kuşeyri ve Keşf'ül Mahcub adlı eserlerde melamiliğin kurucusu Nişaburlu "Ebu Sâlih Hamdûn ibni Ahmed ibni Ammârül Kassâr" olarak gösterilmiştir. Ancak Gölpınarlı'nın da işaret ettiği gibi bazı deliller Melâmetilik Hamdûn Kassâr'dan da önce var olduğu ve diğer tarikatların da kabul ve medh ettiği bir hal olması çok daha muhtemeldir. Kassâr sadece döneminde Melâmiliği yaymış ve Nişabur Melâmilerinin temsilcisi olmuştur.
Molla Câmî'nin Nefahat'ül Üns adlı meşhur biyografik eserinde Kassâr'ın şöhretinin Irak'a kadar gittiği ve Sehl Tusteri ve Cüneyd-i Bağdadi gibi önemli sûfîlerin Kassâr'ı övdüklerini hatta "Eğer Ahmedi mürselden sonra peygamber gelecek olsaydı onlardan (Melâmetîlerden) olurdu" dedikleri kaydedilmektedir.
ÖĞRETİLERİ : --- Melâmilik hakkındaki en önemli eserlerden biri Ebu Abdurrahman Muhammed İbn Huseynis Sülemi'nin "Risâletül Melâmetiye"sidir. Sülemi risalesinde İlim ve Hal ehli kişileri üç kısma ayırır ve ilk gruba dini kaynakların görünen ilk anlamından hüküm çıkaran Fakihleri, ikinci kısma ilm-i ilahi ile ilgilenip dünya sebepleri ile ilişkilerini kesen marifet ehli ve üçüncü kısma da iç dünyalarında tümüyle Hak ile birleşen "Melâmetiye"dir. Melamiler tasavvufun kazandırabileceği gizemli güçlerine (keramet) önem vermemekte, vahdet hali dışında herhangi bir şeyden zevk almayı ve herhangi bir beşeri durumun velev ki bu sûfiyane de olsa hatta ibadet dahi olsa bu zevkin önüne geçmesine engel olmayı istemektedirler. Ancak bununla melamilerin ibadetlerini terkettiklerini düşünmek doğru değildir kaldı ki kaynaklarda bu yönde bir ibareye de rastlanılmamaktadır, aksine melamiler ibadeti gerçekleştirmekle birlikte onun bir amaç olmadığını kabul etmektedirler.
Melamilerin kendilerine özgü bir kıyafetleri olmadığı gibi rehberlerinin de vaazları olmamaktadır. Ebu Abdurrahman risalesinde melamiliğin 45 ilkesinden bahsetmekte ve bunların özeti olarak Melamiliğin zahiren ibadetle gururu şirk batınen de hal ile gururu irtidat (dinden çıkma) ile eş görmüş olduğunu ifade etmektedir. Melamilerin gizliliklerinin en önemli dayanağı da bu ilkeleridir.
* Melamiler yalnız kendi egolarının (nefis) hatalarıyla meşgül olurlar başkalarınnı noksanlıklarına dikkat bile etmez hatta çevresine zarar verenlerin dışındakileri bile dua etmeyi hoş görmezler.
* Melami hiçbir zaman başkasından yardım istemez ve kimseye ihtiyacını söylemez. Çünkü kula isteğini bildirmek muhtaçtan yardım istemektir.
* Cemaatle kılınan vakit namazlarının dışında hiçbir ibadetlerini açıktan yapmamak.
GİZLİLİKLERİ : --- Melâmiliğin ve farklı tarikatlar altında da olsa melami yaklaşıma sahip sûfilerin en önemli vasıfları dönemlerindeki sûfi kıyafet ve tavırlarını göstermeyip kendilerini halktan gizlemeleri hatta bu gizliliği daha da güçlendirmek için kimi zaman aleyhlerinde kötü sözlere yol açacak çeşitli davranışları alenen göstermeleri buna karşılık iyi niteliklerini sıkı bir şekilde gizlemeleridir. Unutulmaması gerekir ki modern dönemden önce sûfiler toplumda saygın bir yere sahip kişiler kabul edilir ve sûfi görünüm ve tavırlı kişilere halk ve yönetimin ileri gelenleri hürmet gösterirlerdi. İşte bu koşullar altında Melamiler kendileriyle Allah arasındaki ihlası (samimiyet) kaybetmemek ve şöhret gibi tasavvuf yolundaki sâlikin (Tasavvuf literatüründe manevi yolda olan demektir) önüne çıkabilecek bir engeli bertaraf etmek için kılık, kıyafet ve hatta belirli bir toplantı mekanı (dergah, tekke) ve topluluğu gibi dönemin tarikatlarının alametlerini göstermemeye çalışmışlar, halk içerisinde kendilerini gizlemiş, hallerini sadece kendileri gibi olanlarla paylaşmışlardır.
Melamilerin gizliliklerinin diğer ve belki öncekinden çok daha önemli bir sebebi de melamilerin vahdet-i vücud inanışını benimsemeleri ve vahdet-i vücudun hem anlaşılması güç metafiziği hem de İslam Hukukçularının (Fakih denir) bir kesimi tarafından dindışılıkla itham edilmesi ve dolayısıyla da bu iddiada bulunan kişilerin idamına hüküm verilmesidir. Ünlü sufi Hallac-ı Mansur, Bayrami-Melami şeyhlerinden İsmail Maşuki, Bosnalı Hamza Bali, Sütçü Beşir Ağa gibi kişilerin Vahdet-i Vücudu çağrıştıran ifadelerinin de dönemin yöneticileri ve ulema kesimi tarafından tepki görüp ölüm fetvasıyla cezalandırılmasının, Bünyamin Ayaşî, Hüsameddin Ankaravî gibi şeyhlerin hapse atılmasının sebebi de budur. Ulema ve yönetici kesimin bu tutumları vahdet-i vücut inanışında olan sufilerin (bu inanışı paylaşmayan sufiler de vardır çünkü) kendilerini çevrelerinden gizlemelerine yol açmıştır. Örneğin İdris Muhtefî bir bayrami-melami şeyhi olmasına rağmen Terzi Ali Efendi adı altında kendini gizleyerek kırk altı yıl şeyhlik yapmıştır, Melamilikte bir kuraldır. Özel giysileri ve tekkeleri yoktur. Melamiler kimseye dertlerini açmazlar
MELAMİYYE
"Melamilik" bizce en önemli tarikatlardan biridir. Melamet, levm (kınamak, azarlamak) kökünden gelir. 884 yılında ölen Hamdun Kassar tarafından kurulmuştur. Eğer şekli ortadan kaldıran bir tarikat adı istenirse, bu ancak Melamilik olabilir.
Çünkü Melamilere göre; şekille, âdap-erkânla, zikir meclisleri, özel kıyafet ve ayinlerle HAKK'a ulaşmak mümkün değildir. Vuslat ancak HAKK'a gönülden bağlanmakla, cemiyet içinde sade bir vatandaş olarak yaşayıp halka hizmetle mümkün olur. İşte bu yüzdendir ki, 'Melamilerin tarikat erkanını anlatan kitap bulmak mümkün değildir' desek yalan olmaz. Bir tek Sülemi'nin "Melametiye Risalesi" kayda değer bir eserdir, 970'lerde yazılmıştır.
Melami'nin tekkesi, zaviyesi yoktur. Sarığı, külahı yoktur. İnsanı başkalarından farklı ve üstün gösterecek her şey riyadır. Bunun için Melamiler kendilerini ayıplanacak konumlara sokmaktan kaçınmazlar. Öğülmek yerine sövülmek onlarca daha makbuldür. Melami için ALLAH her an ve her yer de mevcuttur. O yüzden Melami beş vakit cami namazı ile yetinmez. O her an ibadettedir ama karşısındaki bunu fark etmez. Mesela bir dokumacı Melami, elindeki mekiği sağdan sola, soldan sağa atarken "ALLAH, ALLAH" diyerek yapar zikrini. Camiye gidip 33'lük tespihi çekerek değil.
Muhiddin-i Arabi'ye göre Melamilik tarikat makamlarının sonuncusudur yani tarikatların en üstünüdür. Ondan sonra bir tek makam vardır: "Peygamberlik Makamı"!
Bu kendine has ve herkesin kolaylıkla idrak edemeyeceği tarikat, 950'lerde Horasan'da Nişabur kentinde ortaya çıkmış, oradan yayılmıştır. Elbette ki Ömer Hayyam, Hafez ve Ahmed Yesevi'nin Melami mizaçlı olduklarını söylemek yanlış olmaz. Melamilik Horasan Erleri vasıtasıyla felsefesini Anadolu'ya taşımış ve Bektaşiliği etkilemiştir.
Melamilik iki kavramın, Fütüvvet ve Ahilik kavramlarının anlam kazanmasına ve yine Horasan Erleri vasıtasıyla Anadolu'ya taşınmasına aracılık etmiştir. Fütüvvet, "yiğitlik" demektir. Ama aslında bütün iyi huyların toplamıdır. En önemlileri ise, civanmertlik, cömertlik ve cesarettir. İnsanı insan yapan, başkalarından farklı görevler yürütmesini sağlayan bu özellikleridir. Fütüvvet, taa Hasan Basri'ye dayanır. Fütüvvet ehli, sözleri ile değil amelleri ile tanınır. Fütüvvet'in esası, kendini tek faziletli kişi diye bilmemektir. Kendini kul, yani daima başkasının, toplumun emrinde ve hizmetinde bilmektir. Fütüvvet, putu kırmaktır!.. Her insanın putu da kendi nefsidir. Her kim kendi heva ve hevesini yenerse gerçek Fütüvvet ehli olur.
Fütüvvet, Japonya'daki Samuraylar gibi toplum içindeki bir zümrenin bir başkasına üstünlüğü değil, tam tersine bir zümrenin bütün diğerlerinin hizmetinde olmasıdır. Cüneyd-i Bağdadi, "Fütüvvet Şam'dadır, din Irak'tadır, hakikat Horasan'dadır," demiştir ama bu Arap usulü Fütüvvet idi. Aslında hilafet ve şekilci dindarlık Irak'ta, gerçek insanlık ve hakikat Horasan'da idi.
Ahilik, kardeşlik (eski Türkçe'de akı) demektir. Fütüvvetin Anadolu'ya intikalinden sonra aldığı addır. XI. Asırdan itibaren göç etmekte olan Türkler, sıkıntılarını bu kardeşlik anlayışı ile atlatmışlar, ahlak ve ülkü birliğini yine bu Ahilik ile sağlamışlardır. Ahilik anlayışının yerleşmediği yerlerde Türkmen isyanları çıkmıştır. Aslında XIII. Asırda Anadolu'nun hemen her yerinde ahi zaviyeleri olduğunu, kendisinin de buralarda misafir edildiğini İbn-i Batuta detaylı şekilde anlatır. Ahi Evran ile Hacı Bektaş'ın birbirine çok yakın yerlerde konaklamış olmaları da ayrı bir tetkik konusudur.
Ahilik zamanla, özellikle devlet idaresinin zayıfladığı istilalar döneminde bir meslek teşkilatına dönüşmüş, varlığını bu kez esnaf arasında sürdürmüştür. Ahilik bundan 800 yıl önce şimdiki meslek odalarından, barolardan çok daha başarılı bir teşkilat idi. Ahlâksız kişi, hangi mesleğe mensup olursa olsun cezalandırılır, halkın dürüst esnafla iş yapması sağlanırdı .
İşte Melâmet-Fütüvvet-Ahilik esasları, Bektaşiliğin inanç manzumesini teşkil etmiştir. EDEB anlayışı, mertlik kavramı gibi o dönemin bütün Türklerinin meziyetleri Bektaşiliğin prensipleri olup çıkmıştır. Bu da, işin aslında, Sünnilik-Alevilik farkı olmadığının bir başka delilidir.
Ahi teşkilatı sadece "sonradan denetim" ile değil, daha öncesinden "eğitim" ile de ilgilenirdi... Yani Türkiye'nin bugün bile sorunu olan meslek eğitimi, Ahilik içinde çözülmüştü. Kişiler çıraklıktan başlar, ustalığa kadar ahilik ile pişerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder