Bogomiller: X. Yüzyıldan başlayarak Bizans’ta bulunan din adamları, Bulgaristan’da “Bogomiller” adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişmekte olduğunu farkettiler. Akımın kurucusu Bogomil (Tanrı’nın sevdiği) adında bir köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk, alçak gönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye koyulmuştu.
X. Yüzyıl ortalarında Bulgar Çariçesi Maria-İrena’nın amcası Istanbul Patriki Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro’dan iki endişe dolu mektup alır. Bu mektuplarda Çar, Bulgaristan’da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla nasıl başedilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanlar’ın yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik’in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan’da yeni ortaya çıkışına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.
Bogomilizm’den ikinci kez sözeden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas’tır: “Çar Petro’nun zamanında Bulgaristan’da Bogomil adlı bir papaz yaşıyordu. O, Bulgaristan’a sapkınlığı eken ilk kişiydi”. Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizmin yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.
Bogomil’e göre dünya kötüydü, çünkü İsa’nın kardeşi ve Tanrı’nın diğer oğlu olan “Satanael” (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahit’teki kıyıcı Tanrı “Yehova”dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, VI. ile X. yüzyıllar arasında Anadolu’da yaygın olan Paflikyanlar’ın ve Messalianlar’ın düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akımının inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken “Bizim Babamız” duasıydı.
Bogomillerin kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süperkozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, “Tanrı’ya karşı gelen” anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.
Paflikyanların Şeytanı Tanrı’nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle sözkonusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomillere dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuşkusuz Şeytan’ın kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. “Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor?” İşte Bogomillerin yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.
IX. ve X. yüz yıllarda Trakya’daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına hergün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düşen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kışını izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuşkusuz Bogomil propogandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. Yaygın sefalet, bir yandan Bogomillerin çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomillerin sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.
Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karşı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuşkusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan’ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas’ın risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanları göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizmin temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karşılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca dış etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna’da yeterince bulunuyordu.
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karşıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine başkaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akımının başarısı, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düşkırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asıl etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.
Ortodoks inançlarına bu denli karşı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm ögeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine içiçe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı: efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çar’dan nefret etmeyi, Çar’a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karşı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karşı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.
Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomilller Ortaçağ’ın komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizmin eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karşı savaşımları adeta İyilik ve Kötülük arasındaki kozmik savaşın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. Yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karşı koymuştur ama, esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller herşeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.
Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlardan çok Messalianlara özgüdür. Bogomillerin edilgin tutumları, onları Paflikyanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomillere verilen diğer bir ad olan ve Türkçe “torba” sözcüğünden türemiş olan “Torbeshi”, gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır. Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya’nın Müslüman Bulgarları olan Pomak’lara verilen bir addır.
Bizans İmparatoru II. Basil’in 1018 yılında Bulgaristanı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul’a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytan’ın yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir tanrı olarak görenler “Dragovitsa Kilisesi” adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytanı İsa’nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise “Bulgarlar” adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak bir düalizmi, Bulgarların ise ılımlı bir düalizmi savunmalarına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar’da yeni topluluklar oluştu.
X. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruc, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, XII. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.
XII. Yüz yılın başlarında, Bogomilleri baskı altına almak amacıyla Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa’ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; XIII. Yüz yılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna’da resmi din olarak kabul gördü.
Bogomilizmin tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve XIII. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sık olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile içiçe geçti. Bu durum, herhangi bir sapkınlığı Bogomilizm olarak damgalayan Ortodoks eğilimini haklı duruma getirdi.
XIV. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristanı (1393) ve Bosna’yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomillerin büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.
Oysa Bogomilizmin dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa’da bazı Bogomil inanç ve kavramları “Apokrifalar” (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri aslında Jeremias’a ait değildi. Örneğin; tüm Ortaçağ Avrupa’sında iyi tanınan “The Wood of the Cross” (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli “Nicodemus İncili”nden alınmaydı. “İsa Nasıl Rahip Oldu” adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. “Haçın Tahtası” adlı Apokrifanın Slovence çevirisi “Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı…” diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa’daki Slavca uyarlamalarda Şeytan’ın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.
Benzer biçimde “Adem ve Havva” adındaki Apokrifaya da Bogomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, İsa’nın gelişine kadar Şeytan’a ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.
Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi “Interrogatio Iohannis” adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren sözkonusu metin engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa’da Latinceye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılışı, Şeytan’ın düşüşü, Enoch’un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yeralan bir çok bölüm diğer Apokrifalardan ve “İncilci Yahya’nın Soruları” adında XII. yüz yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mı, yoksa Yunanca’dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.
Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizmde Şeytan’a verilen önem, Tanrı’nın edilgenliği ve anlaşılmaz aldırışsızlığı – tüm bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen “Deus Otiosus” motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insanı yaratan Tanrı, Yaratılış’ın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani “Demiurgos”a bırakır.
XI. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya’da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans’ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa kralı Robert bu sapkınları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batı’nın ilk düalist sapkınları 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya’da yerleşmiş olan Bogomil temelli Kathar (Yunanca Katharos –saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163 yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc yörelerine, hatta Pireneler’e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse’da bir konsil toplandı. Bu konsile Istanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa’da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde benzer düalist ögeleri içeren Kathar öğretisine dönüştü.
X. Yüzyıl ortalarında Bulgar Çariçesi Maria-İrena’nın amcası Istanbul Patriki Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro’dan iki endişe dolu mektup alır. Bu mektuplarda Çar, Bulgaristan’da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla nasıl başedilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanlar’ın yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik’in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan’da yeni ortaya çıkışına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.
Bogomilizm’den ikinci kez sözeden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas’tır: “Çar Petro’nun zamanında Bulgaristan’da Bogomil adlı bir papaz yaşıyordu. O, Bulgaristan’a sapkınlığı eken ilk kişiydi”. Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizmin yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.
Bogomil’e göre dünya kötüydü, çünkü İsa’nın kardeşi ve Tanrı’nın diğer oğlu olan “Satanael” (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahit’teki kıyıcı Tanrı “Yehova”dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, VI. ile X. yüzyıllar arasında Anadolu’da yaygın olan Paflikyanlar’ın ve Messalianlar’ın düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akımının inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken “Bizim Babamız” duasıydı.
Bogomillerin kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süperkozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, “Tanrı’ya karşı gelen” anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.
Paflikyanların Şeytanı Tanrı’nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle sözkonusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomillere dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuşkusuz Şeytan’ın kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. “Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor?” İşte Bogomillerin yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.
IX. ve X. yüz yıllarda Trakya’daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına hergün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düşen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kışını izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuşkusuz Bogomil propogandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. Yaygın sefalet, bir yandan Bogomillerin çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomillerin sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.
Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karşı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuşkusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan’ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas’ın risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanları göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizmin temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karşılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca dış etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna’da yeterince bulunuyordu.
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karşıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine başkaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akımının başarısı, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düşkırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asıl etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.
Ortodoks inançlarına bu denli karşı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm ögeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine içiçe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı: efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çar’dan nefret etmeyi, Çar’a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karşı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karşı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.
Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomilller Ortaçağ’ın komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizmin eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karşı savaşımları adeta İyilik ve Kötülük arasındaki kozmik savaşın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. Yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karşı koymuştur ama, esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller herşeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.
Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlardan çok Messalianlara özgüdür. Bogomillerin edilgin tutumları, onları Paflikyanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomillere verilen diğer bir ad olan ve Türkçe “torba” sözcüğünden türemiş olan “Torbeshi”, gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır. Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya’nın Müslüman Bulgarları olan Pomak’lara verilen bir addır.
Bizans İmparatoru II. Basil’in 1018 yılında Bulgaristanı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul’a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytan’ın yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir tanrı olarak görenler “Dragovitsa Kilisesi” adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytanı İsa’nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise “Bulgarlar” adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak bir düalizmi, Bulgarların ise ılımlı bir düalizmi savunmalarına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar’da yeni topluluklar oluştu.
X. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruc, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, XII. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.
XII. Yüz yılın başlarında, Bogomilleri baskı altına almak amacıyla Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa’ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; XIII. Yüz yılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna’da resmi din olarak kabul gördü.
Bogomilizmin tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve XIII. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sık olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile içiçe geçti. Bu durum, herhangi bir sapkınlığı Bogomilizm olarak damgalayan Ortodoks eğilimini haklı duruma getirdi.
XIV. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristanı (1393) ve Bosna’yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomillerin büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.
Oysa Bogomilizmin dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa’da bazı Bogomil inanç ve kavramları “Apokrifalar” (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri aslında Jeremias’a ait değildi. Örneğin; tüm Ortaçağ Avrupa’sında iyi tanınan “The Wood of the Cross” (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli “Nicodemus İncili”nden alınmaydı. “İsa Nasıl Rahip Oldu” adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. “Haçın Tahtası” adlı Apokrifanın Slovence çevirisi “Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı…” diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa’daki Slavca uyarlamalarda Şeytan’ın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.
Benzer biçimde “Adem ve Havva” adındaki Apokrifaya da Bogomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, İsa’nın gelişine kadar Şeytan’a ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.
Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi “Interrogatio Iohannis” adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren sözkonusu metin engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa’da Latinceye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılışı, Şeytan’ın düşüşü, Enoch’un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yeralan bir çok bölüm diğer Apokrifalardan ve “İncilci Yahya’nın Soruları” adında XII. yüz yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mı, yoksa Yunanca’dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.
Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizmde Şeytan’a verilen önem, Tanrı’nın edilgenliği ve anlaşılmaz aldırışsızlığı – tüm bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen “Deus Otiosus” motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insanı yaratan Tanrı, Yaratılış’ın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani “Demiurgos”a bırakır.
XI. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya’da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans’ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa kralı Robert bu sapkınları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batı’nın ilk düalist sapkınları 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya’da yerleşmiş olan Bogomil temelli Kathar (Yunanca Katharos –saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163 yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc yörelerine, hatta Pireneler’e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse’da bir konsil toplandı. Bu konsile Istanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa’da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde benzer düalist ögeleri içeren Kathar öğretisine dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder